6.SOHBET
KELİME-İ TEVHİD VE RESÛLULLAH EFENDİMİZ’İN (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun) MİRACI
Sevgili’nin Cemâl’ini görmeyen göz kördür.
Yürü, İnsan’a bak!
Nereden gelip, nereye gidiyorsunuz?
Hepinizi… Evveliniz, ahiriniz, zahirimiz, batınımız, Muhammedi olarak.
Muhammed’siz… Muhammed’siz yaşamayı bırakıverin. Neye yarar yahu?
Öyle görün, öyle sevin inşallah! Kâinat O’nunla yaşıyor. Biz de O’nun namı hesabına emrini yerine getirdik. Kelime-i şahadeti getirdik. Kelime-i tevhidi getirdik. Peygamberimizdir, dedik; yolundan koşuyoruz, uğraşıyoruz. Hiç olmazsa bir rüya âleminden, görmek istiyoruz. Biz niye boş duralım. Kâinat onun etrafında dönüyor. Biz de onun ümmetiyiz, elhamdülillah!
Kelime-i Tevhid
Eşhedü en lâ ilâhe illallah... Deliyor semâvatı, yedi kat deliyor... Deliyor. Eşhedü en lâ ilâhe illallah, elini kurtarsın; ilâhe illallah, Muhammedun Resûlallah.
La ilâhe illallah, Muhammeden Resûlallah!
Nasıl olsa kalpten, çıkıyor. (Eliyle işaret ederek.) Sağa doğru gidiyor; “Lâ” bak sağa doğru gidiyor. “Lâ ilâ” önüne geliyor (Elini alnına getirerek gösteriyor), “He illallah” bir tokmak kalbe; darmadağın oluyor. Her taraf. Ondan sonra Muhammeden Resûlallah, kucaklamak.
Ya, ondan sonra ne diyoruz? Her ufacık bir âyetin başında, âyeti olmadan. Elhamdülillah, bizi aşina yapmışlar. Babamız, dedemiz, komşumuz, Kur’ân’ımız, Peygamberimiz, her harfin başında, her işin başında “Bismillah” diyoruz. Bismillahirrahmanirrahim.
Akşam vakti aklıma geldi. Peygamber Efendimiz’in (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun), malumdur, İsmi Şerifi. Ta son zamanından işte, O’na kondu. Yani Muhammed ismi! Kureyşi kabile, Medine Mekke’den sırf O’na kondu. Hemen ismini koydular, ismi doğuştan. Daha kendi değil, yani Mekke’nin, Medine’nin, Hz. İsmail’in doğuşundan. İki bin yıl bak, Mekke Medine.
Şimdi bu aklıma geldi. Peygamber Efendimiz (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun), iki muazzam şehrin ismini mim’le koymuşlar. Burada büyük hikmetler var. Mekke... Ta İbrahim (Selam Üzerine Olsun) Efendimizz. Medine… Yine aynı zamana geliyor. Mekke’de doğum oluyor. Medine’ye Hicret yapıyor. İki mim, Peygamber oluyor. Tekrarı, iyi mi?
İnsan ve iman. İnsan, iman etmesi için yaratılmıştır.
Bu çok güzeldir. (İnsan ve İman’ı göstererek)
Bunu mümkün mertebe, okuyun. Ezberleyin. Bu yazdığımı çok severim. Bunu çok sevdim.
İki cihat var burada.
Birinci cihat, okuduğuna inanmak. Elhamdülillah hepiniz inanç sahibisiniz.
Bir de on, on beş profesör var içinde. Dünyaca ünlü profesörler. Peygamber Efendimiz’in (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun) hayatına bakmışlar, Kur’ân-ı Azimüşşan’a. Peygamber Efendimiz’e (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun) inançla iman etmişler. Kitap basmışlar. Fahri olarak yani, para verip, basmışlar. Parasız dağıtmışlar.
Birisi İngilizce bahsetti. İngiltere, Amerika’ya, Fransa’ya, ne kadar olursa. İnşallah, hepsine göndereceğim.
Bu kitaba bakarken, o profesörlere bakarken, bizim gençler de uyansınlar yahu! “Avrupa bunu yaparken, biz niye duruyoruz?” diye. Gençler sevinir, kıskanırlar, onları okurlar inşallah.
Oku şimdi.
Bunların her ikisi. Hem bizimkileri uyandırıyor. Hem de Avrupa’ya şamar atıyor.
Çünkü biz verdik onlara ilmi, şimdi de biz ihtiyaç duyduk. Biz onlara muhtaç olduk. Oradan ilim alıyoruz. Çocuklarınız hep Avrupa’ya gidiyor.
Resûlullah Efendimiz’in (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun) Miracı
Bir dakika…
Bütün Peygamberler, kimi ilham ile kimi rüya ile dolaşıyorlar hep. Miraç yapan az. Peygamberlerden hepsi miraç yapmamış, yani kimi rüya ile gelmiş. En büyük İbrahim (Selam Üzerine Olsun), işleri hep rüya ile görmüş. İsa (Selam Üzerine Olsun) gene öyle.
En büyük dedim de aklıma geldi. Fakat peygamberlerin hepsi, kendi haliyle, doğuş olarak, miraç olarak, her neyse; rüya olarak, Cenab-ı Hakk’ın huzuruna, sedasına nail olmuşlar. Hallerini arz etmişler. İnsanlığın halini arz etmişler. Allah’tan merhamet, şefkat, dilemişler. O kavme, o millete, o peygambere ne lazımsa. Allah ona göre ihsan etmiş.
Resûlüne: “Sevdim seni.” Allah, peygamberine diyor: “Başka diyeceğin var mı? Bir şey var mı? Sana bir hediye, bir şey vereyim mi?”
Yani her biri, birer hediye istemiş. Yani bütün peygamberler.
Bir rivayete göre, ismi sayılan yirmi sekiz. Yirmi sekiz; fakat, “Biz yüz yirmi dört bin peygamber halk ettik.” diyor. Yirmi sekiz bin. Nereye gelmiş, nereye gitmiş? Ne zamanlar zuhur etmiş? Onu yaratan Allah bilir.
Şimdi biraz meydana çıkarıyorlar. İşte efendim. On beş, yirmi, otuz milyon, kırk milyon sene evvel, bu dünya var mıydı? Bir şeyler çıkarıyorlar, haber veriyorlar. Hepiniz işitiyorsunuz. En sağlamını Allah bilir.
Bu peygamberlerin hepsi, bir iltifat istemişler Cenab-ı Hakk’tan. Sonu Hz. Fahri Kâinat Efendimiz’e gelerek, bütün insanlığa müjde olarak.
Öyle bir dar zamanda miracı yaptı ki, öyle bir sıkıntı zamanında miraç yaptı ki Allah’ın Resûlü (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun). Halis’imi yanına aldı. O gece Taife’e gitti. Taife’nin beylerine, onlara bir şey yazacak. Kendine yardımcı: “Allah’tan aşağı iman edip geldim.” diye. Allah’tan aşağı iman edip kendine.
Taife’nin havası çok serinmiş. Bağ bahçe, havası iyiymiş. Beyler hep oraya gidiyor.
Diyorlar ki: “Mekke’den bir Peygamber zuhur etmiş.” Yahu kimi: “Yalancı.” diyor. Kimi: “Geçer.” diyor. “Biz bu işi anlayamadık, sizin haberiniz var mı?”
Peygamber Efendimiz’e (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun) soruyorlar. O beylere diyor ki: “O müsaade ederse, Allah’ın izniyle! O Peygamber benim.” diyor. “Sizin ayağınıza geldim.” diyor. “Sizi size bildirmek için, size geldim.” diyor.
“Sen buraya da bir fesatlık düşüreceksin.” deyip kovmuşlar. Kovulduktan sonra çocuklar, gençler, tenbih edilmişler. Arkasından koşmuşlar taş ile….
O yanındaki Halis’i… O tarafa dönüyor. Taş ona değiyor. Oradan geliyor. Taş ona değiyor. Büyük bir yara almış. Çok büyük yara. Kan içinde uzaklaşıyorlar. O çocuklardan uzaklaşıyorlar. Ama yara bere içinde.
Bakıyor bağların içinde, bundan bir kere daha bahsettik, ufacık bir su çıkıyor. Bir su akıyor. O suyun üzerine oturuyor, ama halsiz Allah’ın Resûlü. O yaraların içinde bir abdest alıyor. İki rekât şükran namazı kılıyor ki Allah bunlardan bizi korudu, ölmedik diye.
Yani, “Bizi korudun, fakat bunların çocuklarını, bunların gençlerini bize ümmet et.” diye dua ediyor. Yine merhamet ediyor onlara. Yanındaki Halis’e de diyor ki Allah’ın Resûlü: “Bizim şu halimize bak.” Gene onlara dua ediyor. Yine merhamet ediyor onlara. “Onlar bilmezler. Eğer bilseler senin elini, ayağını yıkarlar, suyunu içerler.” diyor. “Bilmezler.” diyor. “Onların kusuruna biz bakmayız.” diyor. “Daha bunlara benzer bize ne eziyetler yapacaklar.” diyor.
Bir papaz da bağda onları görüyor, taşlanırken görüyor. Suyun başına gelişlerini görüyor. O da yanaşıp suyun başına onları dinliyor.
Papaz çok okumuş, fakat düşmüş o memlekete. Parayla iki beyin bağlarına bakıyor, bekçi yani. Onları öyle işitirken, halsiz görürken, bağın birisinde üzüm zamanı, iki salkım koparıyor. Alıp getiriyor. Suda yıkıyor. Birisini birisine, birisini birisine veriyor.
Allah’ın Resûlü diyor ki: “Sana teşekkür ederim. Bize üzüm getirdin. Bağ senin mi?”
“Yok, ben bağın bekçisiyim.”
“Öyleyse.” diyor, “Biz üzümü yemeyiz.”
Papaz: “Öyleyse müsaade alayım da, geleyim,” diyor.
“Peki.” diyor Resûlullah Efendimiz. “Git, müsaade al, gel.”
Şimdi mal sahibi iki bey, kardeş. Malı ayrı, bağları ayrı.
Papaz onlara diyor ki: “Ben İncil’i okudum, Tevrat’ı okudum. Her haliyle yaptım. Birisi geldi. Bu eziyet ile… Taşlanmışlar, kollarına, arkalarına gelmiş. Bizim bağın orada abdest aldılar.” diyor. “Bizim için dua ettiler. Bu ahir zaman Peygamberi Muhammed (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun). Gelecekti, ta kendisidir! Gelin kaçırmayın!” diyor. “Gelin, görün. Kaçırmayın, iman edin!”
Papaz, bekçi, diyor beylerine. Onlar alay ediyorlar.
Diyor ki: “O ahir zaman Peygamberi, bir gün gelir ki hakim olur. Yazılı Tevrat’ta, İncil’de.”
Beyleri: “Gelince bizi unutmasın, böylece selâm söyle. Üzümü ne kadar götürürsen götür.” diyorlar.
Geliyor, iki salkım daha koparıyor, getiriyor.
Diyor ki: “Müsaade aldım. Beylere de senin Hak Peygamber olduğunu söyledim. Alay ederek dediler ki; bizi unutma.”
“İnşallah unutmayız.” dedi Peygamberimiz. Bak, “İnşallah unutmayız.” Fakat ne? Geçiyorum.
Zaman geliyor, Taife’yi alıyor. O beylerin ismini unutmamış Allah’ın Resûlü. “Onları öldürmeyin, bağları harabe etmeyin, sularını harabe etmeyin, kadınlara dokunmayın, gençleri öldürmeyin.” diye emrediyor. O mesele orada bitiyor.
Resûllullah Efendimiz (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun) Halası’nın Evinde
Şimdi bir yerden bir iltifat var mı?
Herkes bir iltifat bekliyor Cenab-ı Hakk’tan. Peygamberler…
O gece, o yaraların içinde halasının evine dönüyor. Ümmühan’ın evine. Miraç gecesi, hepiniz biliyorsunuz. O halasında miraç etti. Geliyor gece halasının evine, Ümmühan’ın evine. Kapıyı çalıyor. Halası kapıyı açıyor ki; yeğeni Muhammed (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun). Allahümme salli ala seyyidina Muhammed!
“Yeğenim, canım sana feda olsun.” diyor. “Hayrola, nedir?” Halası diyor.
“İçeriye girelim de konuşalım.” Girmişler, içeride bir hasır var. Üzerine oturmuşlar.
Halası da: “Böyle geçin, böyle, oldu.” diyor. “Karnınız da açtır; ama, Allah bilir ki evde bir şey yok size. Canım, ciğerim, yeğenim.” diyor. “Size verecek bir gıda… Karnınız da açtır, o kadar dolaşmışsınız.”
Allah’ın Resûlü, “Ziyan yok. Allah bizi doyurur.” diyor.
Halis gene bayılıyor. Kendinden geçiyor. Hasırın üzerine düşüyor. Kendinden geçiyor.
Halasına: “Bir abdest daha tazeleyeyim, suyun var mı? Bir su getir.” diyor. Abdestini tazeliyor. O yara içinde, o sıkıntı içinde miraç yapıyor.
Halası Ümmühan! Hepsine canım feda, canım feda olsun!
O hanım Allah’ın Resûlünü muhafaza ediyor. Halasına giderken de kelimeyi şahadet getirmemiş, daha getirmemiş. Halası!
Bir rivayete göre kendi kardeşinin zırhı, bir rivayete göre kocasının zırhı, hani ok işlemesin diye. Zırhı giyiyor, kılıcı da çıplak eline alıyor.
“Muhammed!” diyor. “Sen rahatına bak, üzülme. Bu halan sabaha kadar sana bekçilik yapacak.”
Evin etrafında dönüyor. Çifte kılıçla dolanıyor!
Bir ziyan gelmesin kendine, zaten alacağını almış, yara bere içinde.
İşte o gece miraç yapıyor. O sıkıntı içinde kalıyor. İki rekât ibadet yapıyor. Şükran namazını kılıyor, dua ediyor.
Hepimiz için inşallah! Biz de o duanın içindeyiz. Bin dört yüz küsür sene, o batını yapıyoruz. İsmiyle zikrediyoruz. O’ndan uzak değiliz inşallah! Allah’ın izniyle, O’nun müsaadesiyle! Hayrımızı kabul etsin, duamızı kabul etsin. Şükür Allah’a!
İşte o gece, o gece miracı malumunuzdur. Hepiniz biliyorsunuz. Elhamdülillah. Mirac-ı Şerif’i, Mirac-ı Nebi’yi yapıyor.
En Üstün Hediye: Kulluk
Allah diyor ki: “Ya Muhammed! Bize gelen giden kardeşlerin, her biri bir şey istedi. Biz de iltifat olarak, ona iltifat olarak bir hediye verdik. Yani sonunda, senin de bizden? İstediğin bir şey var mı?” diyor. “Kulum!”
“Sen Rabbimsin! Ben kulluğumla iftihar ederim. Beni kulluğuna kabul et. Ettiğinden dolayı seviniyorum. İftihar ediyorum. Daha ondan büyük hediye var mı? Ben ne isterim senden? Huzuruna geldim. Konuşuyorum.”
Diyor ki: “Senin aldığın hediye, kulluğunla iftihar. Hepsinden üstün hediye.”
Allah cümlemizi şefaatine nail etsin!
Bunu unutmayın iyi mi?
Ümmühan’ın evinde, halasının evinde miracı yapmış. Unutmayın!
O kadar gücü, kuvveti sabit ki; Allah’ının Resûlünün. Allah’ının indinde, Allah’ının huzurunda duasının, sözlerinin makbul olduğundan dolayı, bak bin dört yüz küsür senedeyiz, bin dört yüz küsür seneden gelen biz, bizler… Tabiîn, tabiînin tâbilerindeniz. Biz bin dört yüz sene, aynı saat, kabul ediyoruz. Elhamdülillah! İnancımız, imanımızla. Aynı saat, aynı dakika kabul ediyoruz. Elhamdülillah! Ve seviyoruz, görmek istiyoruz. Öpmek istiyoruz. Ricamızı yapmak istiyoruz.
Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden Abduhu ve Resûluhu!
Bin dört yüz küsür seneden sonra biz, hakiki kulları, Allah’ın kulları, Peygamberin son ümmeti, aynı saat, aynı dakikada kabul ediyoruz. Buna şükredelim. Şükran namazını kılalım. İki rekât. Ben her zaman söylüyorum. Hamdü Sena edelim yani.
Evet buyurun. (İnsan ve iman okunuyor.)
Elhamdulillah. Amenna ve Saddakna.
En üstün hediye, O’na kulluk etmek. Hep söyledim, mümkün mertebe. Mümkün mertebe!
Bismillahirrahmanirrahim Ne İçindir?
Ufak hadis kitapları var. Büyük para vermeyin. Ufak hadis, hiç olmazsa yirmi otuz tane, yüz tane hadis öğrenelim. İnşallah! İnşallah, ezberimizde olsun. On tane olsun. Bize faydalıdır. İnşallah!
Akşam saat dokuzdu. İmam hatip okulu öğretmenlerinden bir genç ve üç beş arkadaşı, belki altı tane. Tanımadım. İçeri girdim. Kapıyı açtılar. Gece.
“Hoşgeldiniz. Ben yatıyordum.” dedim. Metin masaj yapıyordu. Dizim ağrıyordu. Kalktım, oturdum.
“Hoşgeldiniz.”
Dedi ki: “Bir yerden,” hoca söylüyor, şimdi öğretmen, “Senin ismin geçti. Adresi de bize verdiler. Ben de çocukları aldım, geldim.”
“İyi etmişsin. Bir çay getir.”
Bir çay içtik. Onları hoş karşıladım. Yazdığımın hepsini onlara, hocaya verdim. “İşte talebelere dağıt.” dedim.
Şimdi bunlara ilk basamaktan, nereden başlayayım bakalım? Ama çocuklar yirmi yaşında, yirmi iki, on sekiz. O arada hepsi hoca.
Dedim ki: “Hep beraber, Bismillahirrahmanirrahim diyoruz. Elhamdülillah. En küçük âyetten, en büyük âyete kadar. Kur’ân-ı Azimüşşan’ın ilk başından, son âyetine kadar, hepsinde Bismillahirrahmanirrahim geçiyor. Ha! Bir de babamızda, dedemizde, hocalarımızdan, dinimizden öğrendik elhamdülillah!
Her işi tutarken Bismillahirrahmanirrahim. Evden sağ ayağınla çıkarken Bismillahirrahmanirrahim. Hadistir zannederim. Diyor ki: “Evden çıkarken, yani sağ eliyle sanki bir bayrak tutuyorsun, ya bir değnek, ya bir iş tutuyorsun. Sağ eliyle, sağ ayağıyla çıkın dışarıya.” diyor. Melaikeyi Kiram diyor: “Sizlerden akşamleyin bir bayrak verilenler, sabaha kadar selâmet ile evine döner.” Evine, iyi mi?
Şimdi o çocuklara söyledim, ama bir şey söyleyeceğiz çocuklara. Bakalım imam hatip okulunda bir şey var mı, yok mu? Bir şey öğrendiler mi? Dedim ki: “Bismillahirrahmanirrahim’de üç isim geçiyor.” Bismillahirrahmanirrahim.
Şimdi çocukları misal ediyorum. Söyledim ama biz de anlayalım.
“Yani, Rahman’la Rahim isminin, Allah’ın İsm-i Şerifi’nin hikmeti nedir?” dedim. Birisine söyledim, yirmi iki yaşında, şöyle bir düşündü.
“Hikmeti.” dedi, “Rahman sıfatı.” dedi, “Bütün kâinatı, yarattıklarını, mahiyetine almış. Rahim sıfatı hususidir. Peygambere tâbi oluruz.” Biraz izah etti.
“Aferin, beni aydınlattın.” dedim. Bunu biz de söyleyelim. Bilelim yani. Rahman, Rahim sıfatları, aralarını bulalım. Sonra üç ismiyle, Cenab-ı Hakkın ismiyle, yetmiş iki harf mi, yetmiş üç harf Arapça. Yani Bismillahirrahmanirrahim. Bunu da arayalım. Bunu da.
İsmi, Bismillahirrahmanirrahim nedir? Çok sebebi var. Sebebi nedir? Rahman sıfatı ne içindir? Rahim sıfatı ne içindir? Bismillahirrahmanirrahim ne içindir? Bunu arayalım, bulalım inşallah!
Şimdi burada zuhur etti de söyledim. Akşamları çocuğa söylüyorum. Şimdi hepinize. Kendime de söylüyorum.
Rahman sıfatı kaplamış kâinatı, on sekiz bin âlemi kaplamış. Rahim sıfatı özeldir. Hususidir. Peygamberlere verilmiştir. İkisi de olur inşallah!
İmam-ı Azam Efendi’miz ve Kırk Ruhban
Dostuna mektup yazıyor. O hale gelmiş bir profesör olmuş. Allah’ın varlığını, birliğini, ne vakit, onu da bildikten sonra, dostuna mektup yazıyor. Allah vardır, Bir’dir, yani Allah Kerim’dir. Vardır.
Burada İmam-ı Azam Efendi’miz aklıma geldi.
Bir rivayette, kırk ruhban Bağdat’a İmam-ı Azam Efendimizi imtihana geliyorlar. Alıyor içeriye birer birer. Kahve veriyor.
“Siz kendi aranızdan, bana cevap verecek birini seçin.” diyor. “Bana da müsaade edin, beş dakika. Dışarı çıkıp geleyim, sizi cevaplandırayım.” diyor.
Çünkü kırk kişi. On kişiye sırayla cevap vermek için günler geçer.
“Bir kişiyi seçin, cevap vereyim.” deyip, çekiliyor gidiyor. Bir odada oturuyor.
“Allah’ım! Bunların şerrinden beni koru.” diyor.
Oturuyor orada. Kitabını eline alıyor, okuyor. Yarım saat geçmiyor. İçerde sıkılmaya başlıyorlar.
“İmam kaçtı.” diyorlar. İmam-ı Azama… “Bize cevap vermeyeceğini anladı, kaçtı. Kaçtı, gitti.”
Beş on dakika daha geçiyor. Bakıyor ki sıkıştılar, “Selâmun Aleyküm, Aleyküm Selâm.” diyor, oturuyor.
“Yahu!” diyor, “Kusura bakmayın.” Hiç ötekilere cevap bırakmıyor. Fırat nehri evinin önünden geçiyor. Evinin önüne yakınmış.
“Fırat’ın kenarına gittim. Bir elimi yüzümü yıkayayım, bir abdest alayım dedim. Baktım Besni tarafından bir gemi. İçinde hiç kimse yok, dumansız. Orada bir öyle bir böyle, dolambaçlı gidiyor.” Yılan yolu yani, Fırat öyle geliyor. “Büyük bir gemi, içinde kaptanı yok. Fırat’ta öyle gidiyor. Hiç insanı yok, dumanı yok. Besni tarafından geldi, yukarı gidiyor. Ona bakarken geç kaldım. Hayret ettim.” diyor.
Gemi nasıl kendi başına gider, yani insan yok, dumanı yok? Nasıl gider? Hepsi gülüyorlar.
“Ya İmam! Öyle bir söz söyledin ki hiç olmadı. Bu yolda. Fırat’ın, bu dolambaçlı yolunda. Nasıl gemi kendi başına gider? Bir tarafa çarpmadan, bunu kabul ediyor musun?
“Tabi yahu!” diyor.
“Alaylı şekilde bize söyledin bunu.”
Yok, hakikatine söyledi! Âyet-i şerif, bir hadis-i şerif.
“Siz!” diyor. “Bu bir geminin, Fırat’tan geçmesini kabul etmiyorsunuz?”
“Evet, etmiyoruz.” diyorlar.
“Allah, on sekiz bin âlem, Kur’ân’da geçer.” diyor. “Nasıl kendi başına bu aylar, bu güneşler, bu küreyi âlem, küreyi arz döner?” diyor.
Bir gemi… Böyle, yolunu çıkaramıyorsunuz. Dumansız, kimse yok. Allah’ın yarattığından, âyet ile okuyor.
“Bana cevap verecek kimse var mı?”
“Ya İmam!” diyorlar. “Sana cevap verecek hal bırakmadın. Kusurumuzu affet. Hak ile Hakkına razısın.” diyorlar. Müsaade istiyorlar, dışarı çıkıyorlar.
Burada bir kelime geldi. O aklıma geldi. Şimdi nereye müracaat edecektik.
İmam-ı Azam. Bugün profesörlere misal getirdim. Yani, hani bir mektup, dostuna yazdı ya, orası aklıma getirdi.
Devam… (İnsan ve iman okunuyor.)
Tabiatta ne çıkar? Tabiatı yapan O!
Bunlar hep yüksek profesörlerdir. Şimdi bunu İngilizce bastık, çok bastık yani. Allah razı olsun.
Kendi adamlarını görseler. Kur’ân’a iman etsinler. Kendi adamlarının, profesörlerinin yazılarını görseler. Harfiyle ispatıdır. Lâ ilâhe illallah, Muhammed Resûlallah, desinler inşallah.
Bizim için de! Bu gençler için, bizim için de. Avrupa’daki profesörler, hepsi Kur’ân’ı tasdik etmişler. Bakıp: “Biz ne duruyoruz? Hiç olmazsa okuyalım.” desinler.
Ya, iki taraflı yanaşalım. Onun için bunu çok sevdim. Evet… Okumaya devam.
İşitiyorsunuz, değil mi?
Hepiniz okuyacaksınız inşallah. Şimdi okuyalım, dinleyelim. Ondan sonra herkes kendi evinde okusun, başkalarıyla. Haber verelim inşallah. Hu! Hiç olmazsa okunuyor.
Bir ot, yumuşak bir ot, kazmaların delmediği, toprağı delen ufacık bir ot. O kuvvet, kudret ile işliyor. Asfaltların, taşların içinden çıkıyor.
Hikmet bunlar. Hikmeti aramış bulmuşlarsa nereden bulmuşlar? Kur’ân’dan bulmuşlar. Buradan bulmuşlar. Kendi ağzıyla bize satıyorlar. Sonunda gelecek inşallah, evet. Zira otu Allah yaratmıştır. Amenna ve Saddakna.
(Okunuyor…)
Her Zerreden Gelir, Enel Hak Narası
Bir dakika… Niyazi Mısri adında bir âşık var. Bilen bilir. Bilmeyen öğrenir inşallah. Onun divanı var, alın inşallah. Çok tasavvufi, çok hoşuma gidiyor. Sizin de hoşunuza gider. Şimdi burada diyor ki: “Her zerreni...” Niyazi Mısri Hz. Kur’ân’dan almış. Beyt ile bize söylüyor. “Her zerreden gelir, Enel Hak narası.” İçine bakarsın, Hakkın sesi gelir. İki kanatlı bir zayıf kelebeğe bakarsın, Hakkın sesi gelir.
Ne diyor, her zerreden gelir. Enel Hakk. Hakkın sesi gelir. Hakkın yarattığı, Hakkın mahsulüdür.
(Okunuyor...)
Her şeyi mükemmel bir hale koymuş. Birbirinize bakın...
Hele şu üzerindeki kaş, Amenna ve Saddakna. Hele burnunuza, hele ağzınıza bakın. Yani birbirisine bakarken, Allah’ın varlığını bilin.
Keşif edemeyiz. Allah bilir. Birbirinize bakın.
Amenna ve Saddakna.
Kendini görmüyor. Bir defa kendini inkâr ediyor.
Allah’ın varlığı inkâr edilmez. Ama bir aynaya bakıp da kendine bir bakıverse, inkâr edemez. Tamam, evet…
(Okunuyor…)
Güneş gibi meydana çıkmış Kur`ân! Güneş gibi… Doğuş yani, doğuş… Amenna ve Saddakna!
Ümmî Değil, Umman Diyelim.
Bir dakika… Mevlitte geçer, bazı kasidelerde geçer. Peygamber Efendimiz’in (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun) üzerine. Hani, “Muhammed okumamış” diye. Aklıma getirdi, ümmi diye geçer. Mevlitte ümmi, her yerde ümmi diye geçer.
Ben O’nun izniyle, Onun müsaadesiyle size bir şifre vereyim. Ümmi demiyorum, dikkat edin! Umman diyorum! Yani deniz manasına, inşallah.
Siz de hepiniz böyle deyin. Ümmi zamanı geçti mi, Umman içinde Umman! Yeri göğü yazılı. Ümmi olur mu bu? Ama doğrudur. Buradaki geçen söz doğrudur; ama biz O’na Umman diyelim. On sekiz bin âleme. Ya! Amenna ve Saddakna.
Avrupa Kur’ân-ı Azimüşşan’ı Endülüs’ten Aldı
Her şey iyi, bunu, burayı hepiniz ezberleyin, Peygamber Efendimiz’i. (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun) Hepsini ezberleyin. Filozof, Hatip, Peygamber, Kanun Koruyucu, Savaşçı, Fikirlerin Fatihi, akla uygun inançların soyut dinlerin yenileyicisi… Dünyevi, hepsini ezberleyin, burayı ezberleyin.
Şimdi bir şey geldi. Bu adam mesela, Fransız, Hristiyan bu adam, Kelimeyi Şahâdet getirmiş. İçinden getirmiş. Ama içinden geçirmiş ki bunu yazıyor. Sorsalar bize, bu adam Müslüman mı, Hristiyan mı? İman etmiştir Elhamdülillah. Müslüman, deriz. Böyle kimseler, o içinden getirmiş ki; bu methu senayı yapıyor Peygambere Efendimize. Evet, devam…
(Okunuyor.)
Amenna ve Saddakna
Allahümme Salli Ala Seyyidina Muhammed.
Bir daha söyleyelim. Müslüman âlemi, bizler, yani bizler bunlara bakarken utanalım. Biz Müslüman iken böyle bir şey yapamıyoruz. Beş dakika huzurda duramıyoruz. Namazda hemen, sanki bir yük sırtımıza atıyoruz.
Hem Avrupa’ya şamar, hem bizim Müslümanlara şamar. Çok hoşuma gitti, kusura bakmayın. Sizin de hoşunuza gider inşallah.
Bütün Avrupa’ya yayın yapacağız. Kimin? Allah’ın izniyle, Habib-i Kibriya’nın müsaadesiyle. Siz de burada birbirinize yayın yapın. Bu büyük bir vesikadır. Evet...
(Okunuyor.)
Aynı emir, bin dört yüz küsür seneden bugüne aynı tatbikat var. Yunanistan’a bak, din kardeşlerimize eziyet var. Rusya’da eziyet var. Din adamları, kiliseleri, harıl harıl İstanbul’da, Ankara’da vaazı nasihat yapıyorlar kendi dinlerini. Kendi aileleri, talebeleri, okulu, hiçbir şey demiyoruz. Aynı saat...
(İnsan ve iman okunuyor.)
Avrupa Kur’ân-ı Azimüşşan’ını, kitabı, hep Endülüs’ten aldı götürdü. Ta bundan üç yüz, dört yüz sene evvel Endülüs’ten aldı götürdü. Şimdi bize satıyor. Talebemiz orada ders görüyor. Bu kadar geri kaldık. Siz gençler çalışın inşallah. İyi mi? Yine ilmimizi getirelim, biz onlara verelim inşallah.
(Okunuyor.)
Kur’ân-ı Kerim Allah kelâmıdır. Resûlullah (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun), Allah’ın son elçisi! O iki âyet hepinizin malumudur. Nur dağında, Cebrail vasıtasıyla geldi: “Oku!” Evet. Âmin.
Allah’ın Rahmeti ve Bereketi hepinizin üzerine olsun. Hepinize teşekkür ederim. Hepiniz Allah’a emanetsiniz.
Bunu yine bastırıyorum hepinize vereceğim. Çok okuyalım. Âmin.
Hüvel Evvel, Hüvel Ahir, Hüvel Zahir, Hüvel Batın, külli ümmet-i Muhammedin, cümlesine, geçmişleri ruhlarına, hayatta olanların sıhhati selâmetine, Allah rızası için, lillahil Fatiha!
Biz ve bizden evvel gelen, Hz. Âdem’den ve bizden sonra gelecek, bilin ki elhamdülillah hepiniz biliyorsunuz, bir hakikatin peşindeyiz inşallah.
Hepsi Kur’ân-ı Azimüşşan’da mevcut olaylar bize bildirilmiştir. İlk evvelinden Âdem’den (Selam Üzerine Olsun) ve sonra Resûlullah’a (Allah’ın Selamı Üzerine Olsun) kadar, dört kitap inmiş, yüz suhuf. Hepsini Kur’ân-ı Azimüşşan kendinde toplamış, kabul etmiş, benim malımdır diyor.
Biz bir hakikatin peşindeyiz. Hakikati nerede olursa, evde olur, çarşıda olur, otobüste olur. Nerede olursa olsun. Hakikati güneş gibi, daima izah edelim inşallah.
Allah hepinizden razı olsun. Hepiniz Allah’a emanet olun. Bu geçirdiğimiz günlerden, bizden sonra gelen de geçirsin inşallah. Memleketi, milletimizi Allah düşman şerrinden korusun, bütün ümmet-i Muhammed’i, ümmet-i Muhammed’i! Hariç kalanlara, onlara da inanç, iman versin de birbirimizi kırmayalım.
Birbirinizi uyandırın, durmayın! Hadi güle güle. Ya Allah!
Ondan almayanlar alsınlar, iyi mi? Öptük. Hadi hepinizi öperim!
Hadi, hadi, hadi. Hepinizi öperim.
“Zühuru kâinatı madanısın, ya Resûlullah!”
On sekiz bin âlemden.
Allah’a emanet olun. İyi günler versin.
Hadi gidin işinize bakın.
26 Ocak 1996, Cuma